ORUÇ CÜMLE ENBİYA İLE CENNETİN KAPISINA DOĞRU YÜRÜYÜŞTÜR
Ramazan; oruçla, iftarla, sahurla, teravihle Cennet’i arzulamak, ilahî mağfireti soluklamaktır. Ramazan gelince ruhlarda, sokaklarda bir şehrâyin başlar; mü’minler mukabeleyle, teravihle, gece namazıyla Cennet’in kapılarını açar. Ramazan-ı Şerif’te herkes daha hassas davranır; nefsine onlarca defa “Sabır!” der, “Sükûnet!” telkîn eder, “Yalana, tuğyâna, gıybete girme!” diye öğüt verir. Oruçla bir alemden başka bir aleme kanatlanan Müslümanlar Şeytan’ı işlevsiz hâle getirerek Cehennem’in kapılarını kapatır; sâlih amellerle “reyyân kapısına” doğru yürür. Ramazan sadece fertlerin değil topyekün Ümmet’in Cennet’in kapısına doğru yürüyüşüdür. Doğu Türkistan’dan, Buhara‘dan, Lahor’dan, Kahire’den, Bağdat‘tan, İstanbul’dan; saraydan, gecekondudan, her boydan, her soydan kadınların, erkeklerin “Ya Rabbi! Cennetine tâlibiz!” demesidir.
Ramazan’da oruçluyken yapılmayacaklar malum… Her mümin imsaktan iftara kadar yemeden, içmeden ve ailevi ilişkiden uzak duracak. Yapılacak ibadetlerin merkezinde ise namaz, oruç, sadaka ve mukabele var.
Kur’an-ı Kerim Halkaları
Ramazan, Kur’an-ı Kerim’le yüzleşme ayıdır. Genç, ihtiyar, kadın, erkek herkes Kur’an-ı Kerim okur. Gözleri görmeyen, kıraate mecali olmayan ya da henüz okumayı öğrenemeyenler de camilerdeki mukabele halkalarına katılır. Her namazdan sonra bir başka hafız cüz okur. Evler, işyerleri Kur’an-ı Kerim okuma merkezlerine döner. Çünkü bir mü’min nazarında içerisinde Allah’ın âyetleri okunmayan bir ev yeryüzünün en bayağı evlerinden birisidir. Bu yüzden kadınlar ayrı mekânlarda, erkekler ayrı yerlerde halka halka olup Kur’an-ı Kerim okur.
Her mü’min kadının en büyük hayali bir Ramazan-ı Şerifte evinde mukabele okutmaktır. Çünkü Allah Rasûlü ﷺ, “Kur’an okuyunuz! Zira Kur’an kıyamet günü okuyana şefaatçi olarak gelir.”[1] buyurmuştur.
Ümmetini Ramazan seferberliğine davet eden Allah Rasûlü ﷺ mevzuya dair şöyle buyurur: “Kim Ramazan-ı Şerif’te bir nâfile yaparsa, Ramazan-ı Şerif’in dışında farz yapan adam gibidir. Kim Ramazan-ı Şerif’te bir farzı yerine getirirse Ramazan-ı Şerif’in dışında yetmiş farz yapan gibi sevaba nail olur.” Mü’minler, Allah Rasûlü’nün ﷺ bu müjdesine nail olabilmek için Ramazan’ı bir ibadet mevsimi olarak görür ve hâl diliyle, “Ayaklarım yarılıncaya kadar huzurunda duramamanın ızdırabını yaşıyorum.” der. Maddi planda bunları yapanlar yalandan, gıybetten, tuğyandan da uzak durur.
Oruç, Had Bilmektir
Açlık kalbi teskin, ruhu terbiye eder. Oruç, protokolde en ön koltukta oturana, en arkada oturanların tevâzusuyla oturmayı öğretir; Mümine, “Koltuk, birinin zimmetinde kalsaydı, öncekilerden sana intikal etmezdi.” der.
Ramazan’ın insana haddini bildiren derin manasına erebilmek için oruç, açlığın kol gezdiği Mekke-i Mükerreme’de değil, devletin kurulduğu, sahabenin dünyalıklara mâlik olduğu Medine-i Münevvere’de farz kılındı.
Izdırarî ve İhtiyarî Oruç
Mekke’de ızdırârî, Medine’de ise ihtiyârî oruç var… Mekke’de/Şi’b-i Ebi Talip’te üç yıl ambargoya maruz kalan Müslümanlar çocuklarına ekmek götürmekten acizdi. Allah-u Ekber diyen Ehl-i İmân’ın mahallesine ekmek sokmak, orada süt satmak yasaktı. Çocuklar açlıktan ayakkabıların derisini çiğniyordu.
Oruç, ekmeği ve sütü olanları terbiye etti. Bu yüzden açlığın olduğu Mekke’de değil; malın, mülkün olduğu Medine’de farz kılındı. Buyruk, “Ey İman edenler!” (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ)[2] diye başladı. Çünkü, Allah Azze ve Celle’nin talimatı diye sahurdan iftara kadar ancak müminler aç kalabilir, ancak onlar oruca tahammül edebilir. Namaz kılarken, hac yaparken insanlar musallîyi de, hacıyı da görür lakin oruç tutarken ya da bozarken Allah’tan başka gören yoktur. Bu yüzden kudsî hadiste, “Oruç benim içindir. Onun mükâfaatını ancak ben veririm.” buyrulmuştur.[3] Mümin, devamında orucun farziyeti anlatılan “Ey İman Edenler!” çağrısına muhatap olduğunda lisân-ı hâliyle şöyle der:
“Ya Rabbi! Sen beni önemsenmeyen bir sudan[4]yarattın. Eğer insan olmamı murâd etmeseydin milyonlarca spermin arasında bir çukura gider toprağa karışırdım. Lakin sen Ya Rabbi! Beni milyonlarca sperm arasından seçtin. Bütün organlarımı o spermden yarattın, beni insan olarak dünyaya gönderdin. Şimdi yazda, kışta “oruç tut” diye emrediyorsan, bana da “İşittik ve itaat ettik!” (سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا) demek düşer Ya Rabbi!”
Önceki Milletlerin Orucu
Yaz günü sıcağın altında oruç tutmak zordur. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim fevkalâde zor şartlarda oruç tutan önceki ümmetlerden bahsederek sanki bize şöyle der: “Önceki ümmetlere bakın, onlarla ayakta durun! Hz. İbrahim de , Hz. Musa da , sâir Enbiya da oruç tutmuştu.”
Daraldığında Hz. Nuh’a bak! Acıkıp susadığında ya da nefsin, “Buna tahammül edilir mi!” dediğinde sâir Enbiyâ’ya bak, onlarla teselli ol!
Hastalığın pençesinde, nasıl sabredileceğini bize öğreten Hz. Eyyûb’a bak! O da oruç tutmuş, oruç da ona dayanma azmi vermişti. Ramazan sevincinde onun da payı var! İftara doğru, oruç tutan büyük müminleri düşün.
Müslüman, Ramazan-ı Şerif’te aç kalır, susuz kalır lakin “niçin, neden” diye isyan etmez. Bilir ki oruç ona yemeye ekmek, içmeye su bulamayanlarla empati kurmayı öğretir; imsaktan iftara kadar “yemeyin, içmeyin” buyuran Allah Azze ve Celle’nin sâir bütün talimatlarına uyma noktasında da irade verir. Oruçla Hz. İbrahim’in , Eyyûb’un , Musa’nın , Hz. Muhammed’in ﷺ ufkunu açan Allah, müminin de yolunu açar.
Oruçla Mü’min takva makamına ulaşır, Muttakiler kadrosuna dahil olur.[5] Kendini ateşten koruyan insan gibi mü’min de oruçla kendini Cehennem’in nârından korur.
Yarım Hurma
Kudemâ, oruç tutan müminlerin nâil olacağı takvayı[6] “insanı günaha düşüren şeylerden uzak durmak” olarak tarif eder. Oruçla Mü’min kendisini günaha, masiyete, tuğyâna taşıyan her şeye “dur” demeyi öğrenir.
İbadette takva Allah’ın emirlerini yerine getirmek; günahta takva, haramlardan aslandan kaçar gibi uzaklaşmaktır… Allah Rasûlü ﷺ, “Bir hurmanın yarısıyla bile olsa, (kendinizi) Cehennem ateşinden koruyunuz.”[7] buyurarak Ümmetini korunmaya ve arınmaya davet ediyor.
Bu noktada Allah Rasûlü ﷺ şöyle bir olay anlatır: “Sizden önce yaşayan ümmetler içinde Kifl adında bir zengin vardı. Bir gün onun yanına ihtiyacı ve hâceti olan bir kadın gelip kapıyı çaldı ve dedi ki: ‘Evimde “ekmek, su!” diye ağlaşan yavrularım var. Allah rızası için -lisân-ı haliyle söylüyor- yavrularıma bir şeyler verir misin?’ Adam, ‘Altmış lira veririm ama karşılığında seninle beraber olurum!’ dedi. Evdeki çocukları “ekmek” diye meleşen kadın bu en sefil teklif karşısında yavrularının acılarına, iniltilerine, feryatlarına daha fazla tahammül edemez ve adamla beraber olmaya karar verir. Kifl evin içerisine girdiğinde ağlarken gördüğü kadına döner ve şöyle sorar, ‘Neden ağlıyorsun, nedir seni ağlatan? Seninle beraber oluyorsam karşılığını veriyorum!’. Kendinden geçen kadın “Allah’tan kork!” der. Bu ifadeden fevkalâde etkilenen Kifl kadını evine gönderir, daha sonra da Allah Azze ve Celle’ye şöyle söz verir, “Ya Rabbi! Nâmahrem kadınlarla beraber olmak şöyle dursun, onlara gözümle dahi dönüp bakmaktan sana sığınırım!” Kifl öyle samimi tövbe eder ki, kendinden geçer, akşam olunca da ruhunu teslim eder… Allah Rasûlü ﷺ buyuruyor ki: “Melekler Kifl’in kapısına, ‘Ne kadar günahı varsa Allah Teâlâ Kifl’in bütün günahlarını affetti.’ diye yazdı.” Takva, Kifl’i en büyük günaha irtikâp etmekten muhafaza etti.
Bir Hâlden Başka Bir Hâle
Oruç, mü‘mini bir hâlden alır, başka bir hâle taşır. Allah Azze ve Celle mü’minlere orucu emrederek -sanki- şunu tenbihler: “Ey Ehl-i İman! Oruç sizi muttakiler kadrosuna dahil eder ve kadınların, kızların iffetlerini, yetimlerin mallarını ancak muttakiler olunca koruyabilirsiniz.”
Aldanan bir kız, bir ajansa gider; “Boyum 1.80, beni manken olarak alır mısınız?” der, şehvet tacirlerinin eline düşer, her gece başka bir evde eğlence vasıtası yapılır, ilerleyen yaşında sokağa bırakılır, sonunda intiharın eşiğine geldiğinde kafasını duvarlara vurur, psikiyatrist psikiyatrist dolaşıp haline çare arar. Muttakilerin hakim olduğu cemiyette namus tüccarlarının ajanslar kurup genç kızların iffetleri üzerinden para kazanmaları şöyle dursun, insan olarak millet içerisinde dolaşmaları da imkansızdır.
Nihaî menzili takva olan oruç, Mü’minin, dikenli yolda yürüyen bir adamın hassasiyetiyle haramlardan sakınması ve Allah’a yakın olmak için vesileler aramasıdır. Bu noktada Ebû Hureyre Allah Rasûlü’nün ﷺ şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Hiç şüphe yok ki Allah Teâlâ Tayyib’tir (her türlü kusurdan ve ayıptan münezzehtir). Tayyib‘ten (amellerden şirk ve riyadan uzak olandan) başkasını kabul etmez. O ﷻ, peygamberlere emrettiği hakikatleri müminlere de emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey peygamberler! Helâl ve hoş şeylerden yiyip için, makbul ve güzel işler işleyin! Zira ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.”[8]
“Ey iman edenler! Size rızık olarak takdir buyurduğumuz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyiniz!”[9]
Daha sonra şunları söyledi: “Bir kimse (İslam yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semâya doğru uzatarak, Yâ Rabbî, yâ Rabbî! diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?”[10]
Ramazan’da ruhunu takva kalıbına döküp muttaki mümin kıvamını alanlar, ellerine bir içecek aldıklarında ya da önlerine bir yemek konduğunda “acaba bu helal mi” diye sorar. Dualarının Rablerine ulaşmasına engel olabilecek haram adına her ne varsa onu aradan çıkarır. Nafakanın helal yoldan olmasına dikkat eder. Ramazan mektebinden “Muttakiler” kadrosuna dahil olarak mezun olur. Sonraki hayatında ise, “Allah muttakilerle beraberdir.”[11] ayet-i kerimesinin tecelli ettiğini görür. Belalar, musibetler üzerine yağdığında Muttakiler için olan Cennet’le[12] rahatlar. Muttakilerinin mualliminin bizzat Allah Azze ve Celle olmasının[13] rahatlığıyla yaşar.
Muttakiler
Allah Rasûlü ﷺ Medine’de mala, mülke hakim olan ashabına orucu anlattı; takvayı hedef olarak gösterdi. Onlar da takvayı önce yüreklerine, sonra sokaklarına hâkim kıldı. İlahi emirler, yasaklar nâzil olur olmaz hemen uygulandı. İçki, faiz kaldırıldı. Müminler faizin tozundan dahi Allah’a sığındı. Tesettür âyetleri nâzil olduktan sonra kadınlar burunlarını göstermekten hayâ eden bir hayatı benimsedi; yüzünü nâmahreme göstermedi.
Nereye Bu Gidiş?
Orucu ruh ve manasıyla tutamadığımızdan hakikatine eremedik, muttakiler makamına yükselemedik. Bu yüzden oruç tutan yüzmilyonlarca müminin sokağının, tutmayanlardan çok da bir farkı yok. Hz. Muhammed’in ﷺ öğrencileri gibi Ramazan Mektebinden muttaki olarak icazet alamadık. Üç yüz kişinin Bedir’de yaptığını bütün Âlem-i İslâm olarak yapamadık.
Çare Oruç Şuurunda
Muttakiler insanların değil hayvanların dahi hakkını, hukukunu korumaya riayet eder. Ekmeklerini, sularını onlarla paylaşır, yürüdükleri yollarda onlara yer açarlar.
Ebû Yezid-i Bistâmî Hazretleri bir gün hayvanlara yem almak için Hemedan’a gider. Yemi alır Bistam’a döner, varili açınca içinde iki tane karınca görür. Kalkar Bistam’dan tekrar Hemedân’a gider, karıncaları bırakır. İnsanlar, “Neden buraya kadar yoruldun, orada da karıncalar vardı” diye sorunca şöyle cevap verir, “Ben anlamadan onları çok uzaklara götürdüm. Eğer yavruysa onu annesinden, babasından ayırdım. Kâinât’ın sahibi buyuruyor ki, “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi sizin gibi ümmetlerdir.”[14] Kuşların da bir milleti var, hayvanların da… Ben onları nasıl annelerinden, babalarından ayırırım?!
Oruç tutanlar insanların haklarına saygılı oldukları gibi hayvanların hukukunu da korur, karınca için Bistam’dan Hemedan’a gider.
Eğer biz oruçlarımızı Allah Rasûlü’nün öğrencileri gibi tutarsak, oruç da bizi harama, tuğyana düşmemek için tutacak.
* * *
[1] Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyâm, 1-2: اقْرَؤُا القُرْآنَ فإِنَّهُ يَأْتي يَوْم القيامةِ شَفِيعاً لأصْحابِهِ
[2] Bakara, 2/183: ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍٰﻣَﻨُﻮﺍ ﻛُﺘِﺐَ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢُ ﺍﻟﺼِّﻴَﺎﻡُ ﻛَﻤَﺎ ﻛُﺘِﺐَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻣِﻦْ ﻗَﺒْﻠِﻜُﻢْ ﻟَﻌَﻠَّﻜُﻢْ ﺗَﺘَّﻘُﻮﻥَ
[3] Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163: كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ إِلا الصِّيَامَ فَإِنَّهُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ
[4] Mürselât,77/ 20: ﺍَﻟَﻢْ ﻧَﺨْﻠُﻘْﻜُﻢْ ﻣِﻦْ ﻣَٓﺎﺀٍ ﻣَﻬِﻴﻦٍ
[5] Bkz. Bakara, 183: ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍٰﻣَﻨُﻮﺍ ﻛُﺘِﺐَ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢُ ﺍﻟﺼِّﻴَﺎﻡُ ﻛَﻤَﺎ ﻛُﺘِﺐَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻣِﻦْ ﻗَﺒْﻠِﻜُﻢْ ﻟَﻌَﻠَّﻜُﻢْ ﺗَﺘَّﻘُﻮﻥَ
[6] Bkz. Bakara, 183.
[7] Buhârî, Zekât, 9-10: اِتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ
[8] Mü‘minûn, 23/51: ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﺮُّﺳُﻞُ ﻛُﻠُﻮﺍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻄَّﻴِّﺒَﺎﺕِ ﻭَﺍﻋْﻤَﻠُﻮﺍ ﺻَﺎﻟِﺤًﺎ ﺍِﻧِّﻰ ﺑِﻤَﺎ ﺗَﻌْﻤَﻠُﻮﻥَ ﻋَﻠِﻴﻢٌ
[9] Bakara, 2/172 : ﻳَٓﺎﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍٰﻣَﻨُﻮﺍ ﻛُﻠُﻮﺍ ﻣِﻦْ ﻃَﻴِّﺒَﺎﺕِ ﻣَﺎﺭَﺯَﻗْﻨَﺎﻛُﻢْ ﻭَﺍﺷْﻜُﺮُﻭﺍ ﻟِﻠّٰﻪِ ﺍِﻥْ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺍِﻳَّﺎﻩُ ﺗَﻌْﺒُﺪُﻭﻥَ
[10] Müslim, Zekât, H. No: 1015: عن أبي هريرة قال: قال رسولُ الله ﷺ: إنَّ الله تعالى طيب لا يقبل إلا طيبًا، وإنَّ الله أمر المؤمنين بما أمر به المُرسلين؛ فقال تعالى: يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا [المؤمنون:51]، وقال تعالى: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ [البقرة:172]، ثم ذكر الرجلَ يُطيل السفر، أشعث، أغبر، يمد يديه إلى السماء: يا رب، يا رب، ومطعمه حرام، وملبسه حرام، وغُذي بالحرام، فأنَّى يُستجاب له؟! رواه مسلم
[11] Bakara, 2/194: وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّقٖينَ
[12] A’râf, 7/128: قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَعٖينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُوا اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِ يُورِثُهَا مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهٖ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقٖينَ
[13] Bakara, 2/282:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلَا يَاْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذٖى عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا فَاِنْ كَانَ الَّذٖى عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفٖيهًا اَوْ ضَعٖيفًا اَوْ لَا يَسْتَطٖيعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُوا شَهٖيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰیهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰیهُمَا الْاُخْرٰى وَلَا يَاْبَ الشُّهَدَاءُ اِذَا مَا دُعُوا وَلَا تَسْئَمُوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغٖيرًا اَوْ كَبٖيرًا اِلٰى اَجَلِهٖ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰى اَلَّا تَرْتَابُوا اِلَّا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدٖيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَا وَاَشْهِدُوا اِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهٖيدٌ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمٌ
[14] En’âm, 6/38: وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطٖيرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْ مَا فَرَّطْنَا فِى الْكِتَابِ مِنْ شَیْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ